ღ°•.♥.•°ღEn Seqer Forumღ°•.♥.•°ღ
ღ°•.♥.•°ღEn Seqer Forumღ°•.♥.•°ღ
ღ°•.♥.•°ღEn Seqer Forumღ°•.♥.•°ღ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


En Seqer Forum'a Hoş qeLdiniz
 
AnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İngilizce - Türkçe Masallar !!

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
"๓єгฬє..
Adminstratör
Adminstratör
İngilizce - Türkçe Masallar !! 2-23


Reputation : 1000000
Puanın :
İngilizce - Türkçe Masallar !! Left_bar_bleue900 / 900900 / 900İngilizce - Türkçe Masallar !! Right_bar_bleue

Mesaj Sayısı : 1158
Kayıt tarihi : 20/03/09
Yaş : 31
Nerden : >> ordu <<

İngilizce - Türkçe Masallar !! Empty
MesajKonu: İngilizce - Türkçe Masallar !!   İngilizce - Türkçe Masallar !! I_icon_minitimeÇarş. Mayıs 06, 2009 2:12 pm

İngilizce - Türkçe MasallaR

Bilge Adamın Yolculuğu: İngilizce Öğrencileri için bir Masal
(The Journey of a Wise Man: A Fable for English Learners)

1 Evvel zaman içinde, bir dağ ülkesinde bilge bir adam yaşardı. Bu ülke çok güzeldi. Fakat yeteri kadar yiyecek bulmak çok zordu.
1 A long time ago, there was a wise man living in a mountain country. The country was beautiful. But it was always difficult to find enough food.

2 Yüksek Ülke’nin insanları hep beraber Alçak Ülke’ye seyahat etmeye karar verdiler. Karlar erimeye başladığında neleri var ise hepsini toplayıp vagonlara koydular. Hüzünle karışık bir beklenti ile, bilge adam ve komşuları Yüksek Ülke’deki evlerini terk ettiler.
2 The people of the High Country decided that they would travel together to the Low Country. When the snow began to melt, they packed all they owned into their wagons. With anticipation mixed with sadness, the wise man and his neighbors left their High Country homes.

3 Seyahatlerine başladıktan kısa bir süre sonra, bilge adam garip bir olayın farkına vardı. Yolculuklarının her günü sağ kolu daha fazla tutuluyordu. Yüksek Ülke’den uzaklaştıkça kolu daha da zayıflıyordu. Üç şey onu şaşırtmış ve düşündürmüştü. Birincisi, ne zaman bir kasabada dursalar, kolunu o zaman en zayıf hissediyordu. Ikincisi, ne zaman ki Yüksek Ülke’nin insanları geceleri ateş etrafında toplanıp sohbet ediyorlardı, kolu gücünü tekrar kazanıyordu.
3 The wise man noticed something strange taking place soon after they began their journey. As they traveled day after day, his right arm began to feel stiff. The further they traveled from the High Country, the weaker it became. Three things puzzled him. First, his arm always felt the weakest whenever they stopped in a village. Secondly, he noticed that when the travelers from the High Country gathered around a fire at night to talk among themselves, his arm became strong again.

4 Üçüncü keşfi onu en şaşırtanı oldu. Kolunu arkasına koyduğunda tutulma yok oluyor ve kolu tekrar eski gücünü kazanıyordu.
4 His third discovery puzzled him the most. When he put his arm behind his back, it no longer felt stiff and useless.

5 Bir gün, bilge adam gördüğü olay karşısında şaşıp kaldı. Vagonu bir dönemeçten geçerken komşularının bulunduğu vagona baktı. Çoğunun onun gibi kollarını arkalarında tuttuğunu farketti. Daha yakından baktığında bazılarının kollarını arkalarına iple bağladıklarını gördü.
5 One day the wise man was startled. As his wagon rounded a bend in a high mountain road, he looked down on his neighbors’ wagons ahead of him. He realized that many others were also holding an arm behind their back. As he looked more closely, he saw that some older people had even tied their arm in place with a rope.

6 Bilge adam neden böyle bir olayın meydana geldiğini kendi kendine sordu.
6 Why, he wondered, was this happening?

7 Sonunda Alçak Ülke’ye vardılar. Hava sıcacıktı. Tarlalar tahıl ihtiyaçlarını, ormanlar ise odun ihtiyaçlarını karşılayacaktı. Bu ülkede hayat umut vericiydi, zayıf kollarının verdiği endişe hariç. Söylentilere göre kolu etkileyen bu garip hastalığın nedeni Alçak Ülke’nin havasıydı. Bazıları Alçak Ülke’de yaşayabilmek için bu hastalık ile yaşamayı öğrenmek gerektiğini bile söylüyordu.
7 At last they reached the Low Country. The weather was warm. The fields would produce grain and the forests would supply lumber for their houses. Life looked promising. Promising, that is, except for their weak arms. It was rumored that the Low Country’s air caused this strange weakness. Some of the people even said they must learn to live with this weakness if they wanted to stay in the Low Country.

8 Yetişkinler ve çocuklar işe başladılar. Toprağı temizlediler, tahıl ektiler ve yeni evlerini inşaa etmek için odunları hazırladılar. Yüksek Ülke’den bir terzi zayıf kollarını yerinde tutacak ve koruyacak özel bir palto dikti. Zayıf kolun ağır yükleri itebilmesi için de paltoya deri ekledi. Fakat yeni paltolarını kullanmalarına rağmen işler hâlâ yavaş gidiyordu çünkü herkez tek kolunu kullanıyordu.
8 The adults and children set to work. They cleared the land, planted crops, and prepared lumber to build their new homes. A High Country tailor sewed a new kind of coat that would hold the useless arm in place. He also put leather on the coat so the shoulder could push heavy loads. Even with the new coat, however, work was slow because everyone used only one arm.

9 Bilge adam yeni bir olayın farkına vardı. Birincisi, bütün ağrılara rağmen çocuklar zayıf olan kollarını tekrar kullanmaya başlamışlardı. İkincisi, ne zaman Yüksek Ülke’nin insanları ilk inşaa ettikleri evde toplansalar, bütün kapıları ve pencereleri kapattıkları zaman en yaşlıların bile kolları kuvvetini kazanıyordu. Çoğu suçu Alçak Ülke’nin havasında buldu ve bu havayı içeri sızdırmayacak güçlü evler inşaa etmeye karar verdi. Fakat bu açıklama bilge adamı tatmin etmemişti çünkü Alçak Ülke’nin havasını soluyan dışarıda oynayan ve çalışan çocuklar her geçen gün daha da kuvvet kazanıyorlardı.
9 Again, the wise man noticed a strange thing. First, he noticed that–even though it caused them pain–the children soon began using their weak arm again. Secondly, the wise man noticed that whenever the High Country people met together in their first buildings, if they shut all the doors and windows, strength returned to the arms of even the oldest men and women. “Surely,” most said, “this proves that the Low Country air is at fault.” Most agreed that the only solution was to build houses so strong that all Low Country air could be kept outside. But the wise man was puzzled most because the children seemed to become stronger while playing and working outside in the Low Country air.

10 Bilge adam tek kollarını kullanarak yeni evler inşaa etmeye çalışan komşularını uzun süre seyretti. Ülkesinin insanlarının refahı için endişeleniyordu. Yeni palto tek kolla daha hızlı çalışmalarını sağlıyordu fakat kış yaklaşıyordu. Eğer tek kolla çalışmaya devam ederlerse, ne evler ne de ektikleri ürünler hazır olacak gibi gözüküyordu.
10 The wise man watched his High Country neighbors trying to build their houses while using only one arm. He became fearful for his people’s welfare. The new coat helped them work faster with one arm. But winter was coming and neither the houses nor the crops would be ready if everyone continued to work with one arm behind their back.

11 Bilge adamın çocuklardan aldığı ders şu oldu: ne kadar ağrı olsa bile, sıkı çalışma ile zayıf kolunu kullanması onu tekrar güçlendimenin tek yoluydu. Kış yaklaştığı için, evini yarım bırakıp bütün zamanını kolunu kuvvetlendirmeye harcayamazdı. Fakat aynı zamanda iki kolunu birden kullanmadan kıştan evvel evini bitiremeyeceğini de çok iyi biliyordu. Bilge adam sonunda bir karara vardı: eğer evini kıştan evvel bitirmek istiyorsa, her gün kolunu kuvvetlendirmeye belirli bir süre harcamaktan başka çaresi yoktu.
11 The wise man learned a lesson from the children. He realized that–even though it was painful–using his weak arm for hard work was the only way to make it strong again. Because winter was coming, he knew that he could not stop working on his house in order to spend all his time trying to make his arm strong. But he also knew that he could not finish his house before winter unless he used both arms. The wise man decided that if he was to finish his house before winter, he must spend some time each day strengthening his arm so that he could finish his house more quickly.

12 12 Böylelikle bilge adam her gün hem kolunu kuvvetlendirmeye hem de evini inşaa etmeye vakit ayırdı. Evini kış gelmeden bitirdi.
12 The wise man spent time each day both strengthening his arm and working on his house. He finished his house before winter.

13 Kar hasattan evvel ve evlerini bitirmeden bastırdığı için bazı Yüksek Ülke’nin insanları o kışı çıkaramayarak öldüler. Her gün yavaşça çalışmışlardı çünkü evlerini bir süre olsa bile yarım bırakarak kollarını kuvvetlendirmeye vakit harcamaya korkmuşlardı.
13 Some High Country people perished that winter because the snow came before their crops were harvested and their houses finished. They had worked slowly every day because they were afraid to stop working on their houses long enough to strengthen their weak arm.

14 Eğer Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor ve İngilizce’yi iyi konuşamıyorsanız, bir kolunuz arkanızda bağlı yaşıyor gibisiniz demektir. Ailenizi geçindirmek için çalışmanız şart. Fakat her gün İngilizce öğrenmek için vakit harcamazsanız, hayatınızın geri kalan kısmında kısıtlanmış olursunuz. Spoken English Learned Quickly’nin tasarlanmasının amacı iş sahibi olanların aynı zamanda her gün evde İngilizce’yi çalışmalarını sağlamaktır. Altı aydan bir yıla kadar her gün düzenli bir şekilde İngilizce çalışırsanız, İngilizce’niz çok çabuk ilerleyecektir. Bu daha yüksek maaş almanızı, cemiyetinizde daha etkin bir biçimde yaşamanızı ve okullarında İngilizce öğrenmekte olan çocuklarınızla konuşmanızı sağlayacaktır.
14 If you live in the United States and cannot speak English well, you are living as though one arm was tied behind your back. You must work to support your family. But if you do not spend time each day learning English, you will be limited for the rest of your life. SPOKEN ENGLISH LEARNED QUICKLY was written so that you can study at home and still hold a job. If you will regularly study English each day for six months to a year, your English will greatly improve. You will be more able to earn higher wages, live more effectively in your community, and talk with your children as they learn English in school.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ensekerforum.benimforum.org
"๓єгฬє..
Adminstratör
Adminstratör
İngilizce - Türkçe Masallar !! 2-23


Reputation : 1000000
Puanın :
İngilizce - Türkçe Masallar !! Left_bar_bleue900 / 900900 / 900İngilizce - Türkçe Masallar !! Right_bar_bleue

Mesaj Sayısı : 1158
Kayıt tarihi : 20/03/09
Yaş : 31
Nerden : >> ordu <<

İngilizce - Türkçe Masallar !! Empty
MesajKonu: Geri: İngilizce - Türkçe Masallar !!   İngilizce - Türkçe Masallar !! I_icon_minitimeÇarş. Mayıs 06, 2009 2:13 pm

Rapunzel ( ingilizce )


There once lived a couple who longed to have a child. Finally, their wish came true.
As the wife waited for the child to be born, she sometimes stared out the window at the garden next door. In it grew some delicious-looking rapunzel lettuce.
But the garden belonged to a witch, and no one dared to go into it.
Soon, the wife could think of nothing but that lettuce. She grew paler and paler. Finally, her worried husband decided to sneak into the garden after dark and pick some.
His wife ate it all, but it only made her want more. So the husband went back to the garden. But this time, the witch caught him.
“How dare you steal my rapunzel!” she screeched.
The terrified husband told her of his wife’s craving.
“Take all the lettuce you want, then,” said the witch. “But in return, you must give me the child.”
The poor man agreed.
As soon as the child was born, the witch took it away to raise as her own. She called the baby girl Rapunzel. Rapunzel grew to be so beautiful that the witch decided no one else must ever see her.
So when the child reached the age of twelve, the witch shut her in a tower deep in the forest. The tower was very tall, and had no door. Poor Rapunzel had no way of escaping.
When the witch came to visit, she called, “Rapunzel, Rapunzel, let down your hair.” Then the girl threw her long braid out the window, and the witch climbed it to the top of the tower. A few years later, a prince happened to be riding through the forest. From a distance he heard Rapunzel singing to amuse herself. He was immediately drawn to the beautiful voice, but once he found the tower, he could find no way in. The prince could not stop thinking about the voice in the tower. Every day he would go back to listen and every night he would leave brokenhearted. He still could find no way in.
Until one day from his hiding place, he saw the witch and heard her call.
“Rapunzel, Rapunzel, let down your hair.” Then a long braid fell from the window all the way down to the ground.
“If that’s the rope to climb, I’ll try it,” the young prince thought to himself.
As Soon as the witch had gone, the prince repeated her call.
“Rapunzel, Rapunzel, let down your hair.”
Then he climbed the long braid to the top.
At first Rapunzel was frightened, as she had never before seen a man. But the prince told her how he had been drawn to her sweet voice and asked her to marry him. Rapunzel liked him better than the witch and agreed.
But she still had no way to leave the tower. The prince promised to bring a ball of silk each time he came to visit so she could weave a ladder and escape.
The prince visited every night, and Rapunzel kept his visits a secret. But one day, without thinking, she blurted out to the witch, “Why are you so much heavier than the prince?”
“How dare you trick me!” screamed the witch, and in a fury, she cut off Rapunzel’s long hair. The witch laid an evil spell on Rapunzel that sent her to a far-off land.
Then she tied the long braid to the windowsill and waited for the prince. Only as he climbed through the window did he realize he had been tricked.
“Your little songbird is gone,” cackled the witch, “and you will never see her again!”
The prince was beside himself with grief and leapt from the tower window. He survived the fall by landing in a thornbush, but the thorns scratched his eyes. The prince was blinded! How would he ever find Rapunzel now?
For months to come, the prince wandered blindly through the forest, weeping. Whenever he met people along the way, he would ask if they had seen a beautiful girl named Rapunzel, and he would describe her to them. But no one had ever seen her.
Then one day, the prince heard someone singing a sad but beautiful song. He recognized the voice at once and ran towards it, calling out Rapunzel’s name.
Rapunzel rushed into the prince’s arms and cried tears of joy at finding her beloved. But as her tears fell on the prince’s eyes, a strange thing happened - the prince could see again!
Rapunzel and the prince found their way back to the kingdom. Soon they were married and lived happily ever after.


Rapunzel ( türkçe )


Bir zamanlar bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok istiyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın sonunda bir bebek beklediğini fark etmiş.
Bir gün pncereden komşu evin bahçesindeki güzel çiçekleri ve sebzeleri seyrederken, kadının gözleri sıra sıra ekilmiş özel bir tür marula takılmış. O anda sanki büyülenmiş ve o marullardan başka şey düşünemez olmuş.
“Ya bu marullardan yerim ya da ölürüm” demiş kendi kendine. Yemeden içmeden kesilmiş, zayıfladıkça zayıflamış.
Sonunda kocası kadının bu durumundan öylesine endişelenmiş, öylesine endişelenmiş ki, tüm cesaretini toplayıp yandaki evin bahçe duvarına tırmanmış, bahçeye girmiş ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Ancak, o bahçeye girmek büyük cesaret istiyormuş, çünkü orası güçlü bir cadıya aitmiş.
Kadın kocasının getirdiği marulları afiyetle yemiş ama bir avuç yaprak ona yetmemiş. Kocası ertesi günün akşamı çaresiz tekrar bahçeye girmiş. Fakat bu sefer cadı pusuya yatmış, onu bekliyormuş.
“Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin sen!” diye ciyaklamış cadı. “Bunun hesabını vereceksin!”
Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları nasıl canının çektiğini, onlar yüzünden nasıl yemeden içmeden kesildiğini bir bir anlatmış.
“O zaman,” demiş cadı sesini biraz daha alçaltarak, “alabilirsin, canı ne kadar çekiyorsa alabilirsin. Ama bir şartım var, bebeğiniz doğar doğmaz onu bana vereceksiniz.” Kadının kocası cadının korkusundan bu şartı hemen kabul etmiş.
Birkaç haftasonra bebek doğmuş. Daha hemen o gün cadı gelip yeni doğan bebeği almış. Bebeğe Rapunzel adını vermiş. Çünkü annesinin ne yapıp edip yemek istediği bahçedeki marul türünün adı da Rapunzel’miş.
Cadı küçük kıza çok iyi bakmış. Rapunzel oniki yaşına gelince, dünyalar güzeli bir çocuk olmuş. Cadı bir ormanın göbeğinde, yüksek bir kuleye yerleştirmiş onu. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş, sadece en tepesinde küçük bir penceresi varmış.
Cadı onu ziyarete geldiğinde, aşağıdan “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Rapunzel uzun örgülü saçlarını percereden uzatır, cadı da onun saçlarına tutuna tutuna yukarı tırmanırmış.
Bu yıllarca böyle sürüp gitmiş. Bir gün bir kralın oğlu avlanmak için ormana girmiş. Daha çok uzaktayken güzel sesli birinin söylediği şarkıyı duymuş. Ormanda atını oradan oraya sürmüş ve kuleye varmış sonunda. Fakat sağa bakmış, sola bakmış, ne merdiven görmüş ne de yukarıya çıkılacak başka bir şey.
Bu güzel sesin büyüsüne kapılan Prens, cadının kuleye nasıl çıktığını görüp öğrenene kadar hergün oraya uğrar olmuş. Ertesi gün hava kararırken, alçak bir sesle “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Sonrada kızın saçlarına tutunup bir çırpıda yukarı tırmanmış.
Rapunzelönce biraz korkmuş, çünkü o güne kadar cadıdan başkası gelmemiş ziyaretine. Fakat prens onu şarkı söylerken dinlediğini, sesine aşık olduğunu anlatınca korkusu yatışmış. Prens Rapunzel’e evlenme teklif etmiş, Rapunzel’de kabul etmiş, yüzü hafifce kızararak.
Ama Rapunzel’in bu yüksek kuleden kaçmasına imkan yokmuş. Akıllı kızın parlak bir fikri varmış. Prens her gelişinde yanında bir ipek çilesi getirirse, Rapunzel’de bunları birbirine ekleyerek bir merdiven yapabilirmiş.
Her şey yolunda gitmiş ve cadı olanları hiç farketmemiş. Fakat bir gün Rapunzel boş bulunup da. “Anne, Prens neden senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma?” diye sorunca herşey ortaya çıkmış.
“Seni rezil kız! Beni nasıl da aldattın! Ben seni dünyanın kötülüklerinden korumaya çalışıyordum!” diye bağırmaya başlamış cadı öfkeyle. Rapunzel’i tuttuğu gibi saçlarını kesmiş ve sonrada onu çok uzaklara bir çöle göndermiş.
O gece cadı kalede kalıp Prensi beklemiş. Prens, “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenince. cadı Rapunzel’den kestiği saç örgüsünü uzatmış aşağıya. Prens başına neler geleceğini bilmeden yukarıya tırmanmış.
Prens kederinden kendini pencereden atmış. Fakat yere düşünce ölmemiş, yalnız kulenin dibindeki dikenler gözlerine batmış. Yıllarca gözleri kör bir halde yitirdiği Rapunzel’e gözyaşları dökerek ormanda dolaşıp durmuş ve sadece bitki kökü ve yabani yemiş yiyerek yaşamış.
Derken bir gün Rapunzel’in yaşadığı çöle varmış. Uzaklardan şarkı söyleyen tatlı bir ses gelmiş kulaklarına.
“Rapunzel! Rapunzel!” diye seslenmiş. Rapunzel, prensini görünce sevinçten bir çığlık atmış ve Rapunzel’in iki damla mutluluk göz yaşı Prensin gözlerine akmış. Birden bir mucize olmuş, Prensin gözleri açılmış ve Prens görmeye başlamış.
Birlikte mutlu bir şekilde Prensin ülkesine gitmişler. Orada halk onları sevinçle karşılamış. Mutlulukları ömür boyu hiç bozulmamış.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ensekerforum.benimforum.org
"๓єгฬє..
Adminstratör
Adminstratör
İngilizce - Türkçe Masallar !! 2-23


Reputation : 1000000
Puanın :
İngilizce - Türkçe Masallar !! Left_bar_bleue900 / 900900 / 900İngilizce - Türkçe Masallar !! Right_bar_bleue

Mesaj Sayısı : 1158
Kayıt tarihi : 20/03/09
Yaş : 31
Nerden : >> ordu <<

İngilizce - Türkçe Masallar !! Empty
MesajKonu: Geri: İngilizce - Türkçe Masallar !!   İngilizce - Türkçe Masallar !! I_icon_minitimeÇarş. Mayıs 06, 2009 2:14 pm

Cinderella ( ingilizce )


Once upon a time a lovely girl called Cinderella lived with her stepmother land two proud land ugly stepsisters. They made her work hard all day, and in the evening she had to sit among the cinders. One day the king’s son gave a Ball to which everyone was invited. What an unhappy day that was for Cinderella! She worked harder than ever for her stepmother and two vain stepsisters, preparing their finest gowns for the Ball.
When everyone had left for the Ball, Cinderella sat sadly by the fire and began to cry. Suddenly, in a bright flash, a lovely lady appeared. “I am your fairy god mother,” she said. “Why are you crying?” “Because I want to go to the Ball, but I have no dress to wear,” said Cinderella. “I will help you,” said her Godmother. “Hurry and bring me a large pumpkin, some white mice and a rat.” Cinderella quickly brought the things to her Godmother.
Waving her magic wand, the fairy Godmother turned the pumpkin into a golden coach, the rat into a fine coachman, and the white mice into handsome white ponies. Cinderella’s ragged clothes became a beautiful ball-gown, and on her feet were sparkling glass slippers. “Be off, Dear Child,” said the Godmother, “but remember whichever happens, you must leave before the clock strikes twelve, or everything will turn back the way it was.
When Cinderella arrived at the Ball, she looked so lovely that everyone turned to gaze at her. The Prince was so enchanted tat he danced only with Cinderella. In her happiness, the hours slipped by until she suddenly heard the clock striking midnight. Remembering her Godmother’s words, Cinderella fled from the palace, and, in her haste, she lost a slipper. The Prince ran after her, but all he found was the tiny glass slipper.
The next day the Prince searched everywhere for the owner of the slipper, declaring he would marry only the lady whose foot it fitted. When the Prince came to Cinderella’s house, the ugly sisters tried to force their bulging feet into it. But they were much too big. Finally Cinderella tried, and it fit perfectly! The Prince was overjoyed and asked Cinderella to be his bride. There was rejoicing throughout the land, and they lived happily ever


Cindirella ( türkçe )

Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi de ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gelip eve yerleşmiş.
Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış. Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun, bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar.
Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere doğru tutup ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona “Külkedisi” adını takmışla.
Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için davetiye gelmiş. İkisi de heyecandan deliye dönmüşler. Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘Bakarsın ikimizden birini seçer, belli mi olur?’ diye düşünmüşler.
İki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar. Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine bayağı çirkinmiş her ikisi de!
Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi mutfakta oturmuş ve içn için ağlamaya başlamış. “Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?” diye sormuş bir kadın sesi.
“Ben de baloya gitmek istiyordum,” demiş hıçkırarak Külkedisi.
“Gideceksin öyleyse,” demiş ses. Külkedisi duyduğu sese doğru dönüp bakmış, şaşkınlıktan donakalmış.
Güzel bir kadın duruyormuş yanı başında.
“Ben senin peri annenim,” demiş kadın. “Şimdi kaybedecek zamanımız yok! Bana bir balkabağı getir hemen!”
Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca, balkabağı birdenbire altından bir fayton oluvermiş.
“Şimdi de altı fare…” Külkedisi altı fare bulup getirmiş, peri annesi onları hemen ata dönüştürmüş.
“Bir sıçan…” Onu da arabacı yapmış.
“Ve altı kertenkele…” Onları da faytonun arkasında koşacak altı uşağa çevirivermiş.
Nihayet Külkedisi’ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir dokununca Külkedisi’nin yırtık, pırtık giysileri nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında bir çift camdan ayakkabı pırıl pırıl parlıyormuş.
“Bir şey var yalnız,” demiş Peri. “Gece yarısına kadar eve dönmelisin. Saat on ikide elbisen tekrar eski giysilerine, faytonun balkabağına, atların fareye dönüşecek. Prens’in bunu görmesini istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen.”
O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan hanımlar (özellikle de iki üvey kız kardeşi) onun elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek için ona yalvarmışlar. Beyefendilerin hepsi onunla dans etmek için birbirleriyle yarışmışlar.
Prens ise götür görmez ona âşık olmuş! Ve o andan sonra hiç kimseye bu kızla dans etmek için izin verilmemiş.
Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı sırada evde olması gerektiğini hatırlamış.
“Gitme!” diye seslenmiş Prens arkasından, ama Külkedisi bir an bile durmadan koşup oradan uzaklaşmış. Sokağa çaktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine dönüşmüş. Geriye kala kala camdan ayakkabıların bir teki kalmış. Diğer tekini nerede kaybettiğini bilmiyormuş.
O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir daha asla o geceki kadar harika olamayacağını düşünüyormuş.
Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının diğer tekini sarayın merdivenlerinde bulmuşlar. Ertesi sabah Prens ev ev dolaşıp ayakkabıyı tek tek bütün genç kızlara denetmiş. “Bu ayakkabının dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam yaşayamam,” demiş.
Derken Külkedisi’nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı denemişler. Olmamış. Ayaklarına girmemiş bile.
Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece birkaç ev kalmış. Tam oradan ayrılacakken evin hizmetçisi dikkatini çekmiş.
“Hanımefendi,” demiş Prens Külkedisi’ne, “bir de siz deneseniz?”
“O mu deneyecek? Ne münasebet!” diye haykırmış üvey kardeşler.
Fakat Prens ısrar etmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış. Tabii ayakkabı Külkedisi’nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne evlenme teklif ederken iki üvey kardeşe de öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi Prens’in teklifini tabii ki kabul etmiş
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.ensekerforum.benimforum.org
mRs.piSsiciq
Adminstratör
Adminstratör
mRs.piSsiciq


Reputation : 100
Puanın :
İngilizce - Türkçe Masallar !! Left_bar_bleue900 / 900900 / 900İngilizce - Türkçe Masallar !! Right_bar_bleue

Mesaj Sayısı : 1051
Kayıt tarihi : 20/03/09
Yaş : 30
Nerden : uzayDan... :p
Lakap : acıLı şekeR..;)

İngilizce - Türkçe Masallar !! Empty
MesajKonu: Geri: İngilizce - Türkçe Masallar !!   İngilizce - Türkçe Masallar !! I_icon_minitimePaz Mayıs 31, 2009 1:24 pm

saol canimm
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://ensekerforum.benimforum.org
 
İngilizce - Türkçe Masallar !!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Sims 2 Türkiye Türkçe =)
» Türkçe hızla bozuluyor mu?
» Amerikan Replikleri ve Türkçe Karşılıkları

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ღ°•.♥.•°ღEn Seqer Forumღ°•.♥.•°ღ :: Her Telden :: Diğer DersLer-
Buraya geçin: